Sayfalar

2 Aralık 2012 Pazar

Ayrılık Nedir?


      Ayrılık bu kadar mı güzel anlatılır. Bir gün yine düşünmüştüm aşk nedir acaba bir tarifi var mıdır diye. İşte aşkın ve aşka olan ayrılığın tarifi...

AYRILIK
Tam göğsünüzün ortasında bir yeriniz acıyacak…
Evinizin sizi içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksiniz…
Sokağa fırlayacaksınız…
Sokaklar da dar gelecek…
Tıpkı vücudunuzun yüreğinize dar geldiği gibi…
Ne denizin mavisi açacak içinizi, ne pırıl pırıl gökyüzü…
Kendinizi taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksiniz…
Birileri size bir şeyler anlatacak durmadan…

”Önemli olan sağlık.”
”Yaşamak güzel.”
”Boşver, her şey unutulur.”
Siz hiçbirini duymayacaksınız…
Gözyaşlarınızdan etrafı göremez hale geleceksiniz.
O’ndan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksiniz…
Hep ondan bahsetmek isteyeceksiniz…
”Ölüme çare bulundu” ya da ”Yarın kıyamet kopacakmış” deseler başınızı kaldırıp ”Ne dedin?” diye sormayacaksınız…
Yalnız kalmak isteyeceksiniz…
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak…
İkisi de yetmeyecek.
Geçmişi düşüneceksiniz…
Neredeyse dakika dakika…
Ama kötüleri atlayarak…
Onunla geçtiğiniz yerlerden geçmek isteyeceksiniz…
Gittiğiniz yerlere gitmek…
Bu size hiç iyi gelmeyecek…
Ama bile bile yapacaksınız.
Biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksınız…
Aslında kurtulmak istediğiniz halde, o acıyı yaşamak için direneceksiniz.
Hayatınızın geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz…
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz…
Herkesi ona benzetip…
Kimseyi onun yerine koyamayacaksınız…
Hiçbir şey oyalamayacak sizi…
İlaçlara sığınacaksınız…
Birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu unutturmayan…
Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren…
Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek…
Boğazınız düğümlenecek, dinleyemeyeceksiniz…
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak…
Sabahı iple çekeceksiniz…
Bazen de ”Hiç güneş doğmasa” diyeceksiniz.
Ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler…
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksiniz…
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz…
Nafile…
Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek…
Rüyalar göreceksiniz, gerçek olmasını istediğiniz…
Her sıçrayarak uyandığınızda onun adını söylediğinizi fark edeceksiniz…
Telefonun çalmasını bekleyeceksiniz…
Aramayacağını bile bile…
Her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek…
Ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla…
Yüreğiniz burkulacak…
Canınız yanacak…
Bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz. Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinizden…
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız…
Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz…
Yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz…
Onunla hiçbir anınızın olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek…
Ama bir umut…
Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu…
Bu umut sizi gitmekten alıkoyacak…
Gel gitler içinde yaşayacaksınız…
Buna yaşamak denirse…
(Pakize Suda)

7 Kasım 2012 Çarşamba

Aşk Ölüyor Süveyda-Nail Varal

        Bloğumda paylaşım yapamıyorum. Günler su gibi akıp ilerliyor. Herkes bir koşuşturma peşinde. Dersler haddinden fazla verilmekte. Diğer blog ile ilgilenmekten yoruldum. Bilgi paylaş bilgi paylaş iyi güzel hoşta körelen duygularımız ne olacak? Felsefe gibi dersler görüyoruz. Ama biliyorum ki ben bu bölüme severek, isteyerek geldim. "Başarısızlığın mazereti yoktur" diyerek yoluma devam ediyor elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Şükür ki bu bloğu daha önceleri açmışım.
       Blogta duygularıma tercüman olmuş yine bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yine Nail Varal'ın sitesinden okuduğum güzel bir şiir. O kadar güzel ki duygulanmamak elde değil. Onun yüreğine sağlık diyor tebriklerimi sunuyorum. Şiiri okurken de sevdiğim bir parçayıda dinleyerek okumanızı tavsiye ediyorum.

GÜRÜLTÜ YAPMA AŞK ÖLÜYOR SÜVEYDA
Her gece cinayetler işlenen bir şehrin karanlığına diz çöküp, nakış nakış aşkın şiirini dokuyorum süveyda. Varlığın, gördüğüm ilk rüya gibi uzaklaşırken benden, ben Hacı Arif Bey’lerle gözlerin için yeni besteler yapıyorum Muzikayı Hümayun’larda. Ruhumu ruhunun önünde eritiyorum sessiz ol. Sessiz ol, sükûtum aşkı deli etmeye hazırlanıyor hüsn-ü cemalini gösterip.
Seni bana kim gönderdi hatırlasana?
Bilgeliğini değil gözlerini sınıyor Allah. Yolunu beklerken Hızır misali, sine-i sad pareme infazdan çıkmış özgürlükler hücum ediyor süveyda. Neden Musa gibi biriktirdiğin her şeyi dipsiz uçurumlara döküyorsun sabırsızca? Ne diye ikide bir, sırrı ifşa etmek için cümleler kurup duruyorsun karşımda? Sabret, yetim çocuklar doğduğunda anlatacağım lal-ü ebkem düşlerimin neden sürekli uyuyarak öldüklerini. Anlatacağım sana, kelimelerimin aşkla okunduğunda neden deliye döndüklerini.
Ey aşkı “kıyamet” suresiyle üzerime devirip beni paramparça eden yâr! Ey Musa’nın çağından kalkıp gelen Hızır nefesli koca bilge, ondan yadigâr!
Steplerde büyüyen kardelen nasıl özler baharı, öyle özledim seni, susuzum. Dudaklarıma dayayıp dudaklarını, ab-ı hayatın kardan fırtınalarını kopar içimde. Yağmur ormanlarına yasla da sırtımı, Niagara’yı devir üstüme. Gözlerinin kara delikleriyle boğ beni ey nur-u Dilara, yoğur ateş-i aşkının lavlarıyla. Sesim çıkarsa bir daha seni sevemez olayım.
Dağları aşıp denizleri geçtim de öyle geldim yanına, uyut beni dizlerinde süveyda. Sesinin ırmaklarını Yusuf’un kuyusunda yirmi sekiz kere yıka da öyle (b)ak bana. Gözlerinin güneşlerini düşür düşüme durma, aklıma aklını düşür, gökkuşağıyla sar yaralarımı ki acımasın dokunduğun geceler. Hadi süveyda, bu gece bana ayrılığı olmayan bir aşk hikâyesi anlat ki, bir daha ağlamasın gözlerim.
Sessiz ol, gürültü yapma, aşk ölüyor süveyda.

Senin o nergis-i fettan bakışlarını aklında saklayıp, uzun saçlarını teninin sıcaklığına bürüyor. Yollar kan, yollar ihtilal, yollar savaş kokuyor şimdi. Sen ne yaptın ki, yarım kalan o türkü aşkın son secdesinden doğrulup son perdenin cinayetine duruyor. Cennetten kovulanlarla mı kovulmuştun sen ki, üç yüz sene benim ayrılığımın çöllerinde yaşamaya mahkûm edildin süveyda. Yasak elmanın cezası değildi gitmişliğin, aşka bir türlü dokunamayışının bedeliydi. Kapat gözlerini sevgili, bu aşk yasaları ihlal edecek yine, yine esrar perdesini yırtıp mahrem cümlelerle kalbimin portresini çizecek.
Ey kapalı kapılar ardında saklanan aşk güzellemesi, ey mecnunun medreselerde giriftar olduğu sevda hecelemesi! Ey kırık düşlerin üveyik kanatlarında göğe yükselen Cebrail’in yetmiş bin kanatlık son sesi!
Beni öldürmeye hangi darağaçlarını kurdun meydanlara ki, urganları aşkta kördüğüm kaldı süveyda? Hangi ordular hazırladın üzerime salmaya ki, annem duyduğu günden beri ölüyor her gece tarifsiz acılarla? Hangi denizlerde boğacaksın bu son sücudumu söyle? Yıkılacak gök mü kaldı, hangi göğü yıkacaksın üstüme? Söyle süveyda, hangi kıyametleri koparacaksın katımda ki, o benim aşkımın kâküllerinden dökülen bir kıvılcım olmasın?
Sen ömrümün son fasılasında fail-i meçhul bir cinayetin muhannet çığlığıydın sevgilim. Perdeleri açılmış camlarıma vuran nisan yağmurlarımdın. Dilekler tuttuğum kayan yıldızım sendin. Sendin sabah ezanlarında secdelerde büyüttüğüm sonsuz umudum. Ömrümü ömrüne katsın diye bu kaçıncı feryadımdır Rahman’a, unuttum. Unuttum lehçe-i aşkın perçemine asılı kaldığım o ferzan gecelerin intizarlarını süveyda.
Ah biz hiç kavuşamayan o iki deniz gibiyiz sevgilim. Marec el-bahreyn sırrında dalgalanan o yalnız ve umutsuz iki deniz… Ne ayrı durabildik birbirimizden ne de kavuşmayı öğrendik bunca yıl. Şimdi Kızıldeniz ve Süveyş şahit olsun ki, biz boğularak ölmeyiz, ölürsek tenlerimizi birbirine yaslayıp soluklarımızı birbirine katar da öyle ölürüz. Aşk tanır bizi, inci mercan derdinde değiliz hiçbirimiz. Sadece eşkâlini aynaların yüzlerinde kaybeden iki deniziz. Nerde görse tanır aşk bizi. Çünkü biz kavuşmamaya yemin etmiş iki deliyiz.
Sana aşk olsun demem ben süveyda. “Aşk olmuş” zaten sana. Senin aşka bakmana gerek yok, zorlanma, aşk sana bakar uyurken. Gayret göstermene de gerek yok sevilmek için. Güzelliğinin diyeti olsun diye kendini asar birisi her sabah. Her sabah sonsuz bir ırmak gibi içine bir daha, bir daha akar gözlerinin delisi.
Sen, sesini mahşere sakla, gözlerini mezara. Deniz yüreğini kurak gözlerime sal da öyle öl. Sana böyle ölmek yaraşır süveyda.
Çünkü sen aşkın edebisin, sen aşkın güzelliği, sen aşkın yaşanan son yüceliğisin. Sana sessiz yitmek, bensiz gitmek yakışmaz süveyda.
                                                                                                   Nail Varal

15 Ekim 2012 Pazartesi

Teşekkürler Google :)

     Google ye neden mi teşekkür ediyorum?  :) Saat 00:00 i geçmiş ve bir baktım google yine süslü püslü. Dedim yine ne mesaj vermeye çalışıyorsun diye. Tam fareyi resmin üzerine getirdim ki ne yazıyo dersiniz?  "Doğum Günün Kutlu Olsun Zübeyir!" :) Hiç sanal bir şeyin beni böyle mutlu edeceği aklıma gelmezdi. Sanal da olsa bunu düşünen googleye teşekkür ederim:) Bugün bol bol pastalı gooleye tıklayacağım sanırım :)

6 Ekim 2012 Cumartesi

Ben İkimizin Yerine de Ağlarım- Nail Varal


         Varlık, varlıkla yokluk arasında kıvranıyordu ben seni sevmeye başladığımda. Olmayan ellerimin parmak uçlarını yaratılmamış teninin denizlerinde arındırıyordum. Sen, işveli yürüyüşünle içimin göllerine iniyordun, saçların dalgalandırırken okyanusları. Ben, kalbimin çarpıntıları arasında heyecandan ölecek hâle geliyor, zamanı yediriyordum uçurum gözlerine.
“Kalu Bela” sırrında uğulduyordu ruhlar. Çizgilerimizi netleştiriyordu Allah. Hışırtılarını duyuyordum aşkımızı alnımıza kazıyan kader kaleminin. Hiç bilinmeyecek bir dil, hiç yazılmayacak bir yazı, hiç okunmayacak bir lisan öğreniyordu ruhlarımız. Melekler siluetini çiziyordu berzah aynasının maverasına. Gül çehrenin güneş tarafına değince bakışlarım, alev alev bir deniz patlamasının ışık fırtınaları altında binlerce yıl baygın kaldım ayak ucunda.
Yüzlerce büyücünün toplanarak yaptığı bir büyü gibiydi güzelliğin sevgilim. Rüyaları andırıyordu gülüşün. İrem bağları zekâtının eseri, ölümlüler bakışlarının esiriydi senin. Korkum, kader kalemine değseydi gözlerin levhi paramparça ederdi.
Ben seni, yer yokken, gök yokken, denizler yokluğun zincirleri arasında kıvranıyorken sevmiştim. Ayın on dördünü andıran yüzünü yüzümün ırmaklarına döküyordum durmadan. Durmadan gözlerin bakmaya kıyamadığı elif bedeninin mavi bir denize doğuşuna şahitlik ediyordu gözlerim.
Tam yedi bin yıl tarihin gel-gitleri arasında seni bekledim sevgilim. Bendim bir kuşaktan diğer kuşağa doğan yedi uyurların yedinci kişisi, seni üç yüz dokuz yıl sonra bulmaya uzanmıştım. Seni Nuh’un gemisinde aradım. Ateşlere düştüğümde İbrahim’le gözlerin için yandım. Seni sordum kuyulara Yusuf’la. Seni bekledim Züleyha’yla Mısır’da. Hacer’in yollara döktüğü gözler benimdi. Benimdi Yakup’un gözyaşları sevgilim. İdris’le cennetlere inen de bendim, İsa ile göklere çıkan da ben.
Ey ak kanatlarıyla beni sarmalayan masum düş! Ey ölümlere meydan okuyan güzellik şahikası son gülüş! Ey sevda kitabının hiç yazılmamış harfsiz hecesi, sayfa sayfa büyüyüş!
Meğer ayrılık bizim alnımıza yazılmış hükümlü bir mahkûmmuş bezm-i elest’te. Azad kabul etmeyen bir kölelikle ellerim prangalı, kapının eşiğinde adını sayıklıyorum ben şimdi. Senin gözlerin olmadan nasıl nefesleneyim sevdiğim? Nasıl ağlamadan durayım her gece duvarlara yaslanıp? Nasıl tüm polis sirenleri seni bulmak için çalmasın caddelerde? Nasıl dedektifler aramasın metropol şehirlerde? Ben seni nerelerde yitirdim ki yoksun, ey kaybolan gençliğim! Ey varlığım ve hiçliğim, ey umut kuşum, açlığım! Söyle, hangi dağın zirvesinde dalgalanır büyülenmiş saçların? Hangi ateşleri besliyor kurumuş ağaçların? Hangi cümleleri tutuyor büyülü bağlaçların?
Nerdesin?
Nerdesin ey yokluğuyla beni cehennem ateşlerine sokup sokup çıkaran vefasız Nemrut? Nerdesin ey karanlık gece, aydınlık sabah, son umut? Nerdesin kesilen nefesim, konuşamayan sesim, gençliğim ve hevesim? Çık artık…
Neden kaçıyorsun gölgelerinin altında kalan bu kurumuş toprağın sevmesinden sevgilim. Ben tenezzül eyleyip ezel kadar uzaktan sırf seni görmek için bu dünyaya gelmişim. Kuyularda Yusuflarla oturup, içimin çöllerinde ağlayan Yakuplar bırakmışım. Senin elif saçlarının her bir telini kirpiklerimle taramış, arınmış bedenini gözyaşımın tuzuyla yıkamışım. Ben Musa gibi gözlerinin denizine yürümüş, İsa gibi gökleri göğsüme bürümüşüm. Senin için İbrahim’le kutsal mekâna dönmüş, Hızır’la “la mekan”da çıldırtan gözlerinin rüyasını görmüşüm.
Söylesene Allah aşkına, neden sensiz ve sessiz yaşamaya mahkûm edildim ben? Ben yaralarım kanarken hayata namütenahi bir karın boşluğunda prangalı doğmuş, cezbeye tutulmuş gibi bir yitişle sevmemiş miydim? Bir intiharın kanlı bahçelerinde asırlık çınarlara beyaz tüller bağlayıp içimin çığlıklarını martı sesleriyle boğmamış mıydım?
Söyle şimdi, senin vefasız gözlerine aşkımı kanıtlamak için kaç bin yıl daha kendimi boğmalıyım? Kaç gece daha mahzenlerde boynuma geçirilen zincirleri terimle yoğurmalıyım? Kaç sene daha içime düşesin diye derin ve beyaz bir kuyu olarak yollarda kalmalıyım, sevgili?
Ah boynu bükük, elleri kınalı, süt beyaz güvercinim! Hiç inanmadığım hâlde kayan yıldızlar akarken dilekler tuttum sana. Falcılara seni sordum yerini söyler diye. Geçerken bakışlarını unutmuşsundur diye dergâhlarda aradım gözlerini ben senin. Bilgelerin ardından yürüdüm günlerce, mabetleri ziyaret ettim, secde izlerine yöneldim. Budistlerin manastırlarında on ilkeyi gözleyip, kiliselerde izine rastlar, havralarda kokunu alırım diye çıkarmalar yaptım dervişlerle dağlara, günlerce.
Ah yıldızlara kaçmışsındır diye her gece gökyüzünü gözlerime bağlayıp öyle uyudum. Hasretin bir kriz gibi üzerime çökünce keskin bıçaklarla parçalayıp bağrımı yaralarıma sürdüm merhem bakışlarını ey son umudum.
Oy, yedi bin yıl sonra tam seni bulmuşken, bir kere bile doya doya sarılamadan elimden alınan can kuşum. Oy, bir gecede yoksul ve yorgun bırakılan yokuşum. Oy durmadan boğuluşum, yaz ile kışım, son bakışım.
Üzülme sen, nasıl olsa delirtmiş beni kader, nasıl olsa beni etmiş bin beter, ben ikimizin yerine de ağlarım. Sen serin bir denizde uyutmaya devam et  benzersiz bedenini, ben ayrılığın narına atar da kendimi, ikimizin yerine de yanarım.
                                                                                                   Nail Varal

21 Eylül 2012 Cuma

Twitter'a kapak fotoğrafı yüklemek

    Sevgili arkadaşlar uzun bir süre paylaşım yapmıyorum. Bugünde az da olsa yardımcı olmak için bir haber duyurmak istedim. Twitter ı olan arkadaşlar farkındadır artık twitter a da kapak fotoğrafı koymam mümkün. Ben nasıl yapacağım? Bende niye kapak fotoğrafı yok demeyin? Tek yapmanız gereken  Sağ üst köşede Ayarlar kısmından tasarım bölümüne giriyoruz. Başlığı değiştir butonundan kapak fotoğrafı ekleyebilirsiniz. Kolay gelsin... https://twitter.com/Zubeyirkilci