Sayfalar

7 Kasım 2012 Çarşamba

Aşk Ölüyor Süveyda-Nail Varal

        Bloğumda paylaşım yapamıyorum. Günler su gibi akıp ilerliyor. Herkes bir koşuşturma peşinde. Dersler haddinden fazla verilmekte. Diğer blog ile ilgilenmekten yoruldum. Bilgi paylaş bilgi paylaş iyi güzel hoşta körelen duygularımız ne olacak? Felsefe gibi dersler görüyoruz. Ama biliyorum ki ben bu bölüme severek, isteyerek geldim. "Başarısızlığın mazereti yoktur" diyerek yoluma devam ediyor elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Şükür ki bu bloğu daha önceleri açmışım.
       Blogta duygularıma tercüman olmuş yine bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yine Nail Varal'ın sitesinden okuduğum güzel bir şiir. O kadar güzel ki duygulanmamak elde değil. Onun yüreğine sağlık diyor tebriklerimi sunuyorum. Şiiri okurken de sevdiğim bir parçayıda dinleyerek okumanızı tavsiye ediyorum.

GÜRÜLTÜ YAPMA AŞK ÖLÜYOR SÜVEYDA
Her gece cinayetler işlenen bir şehrin karanlığına diz çöküp, nakış nakış aşkın şiirini dokuyorum süveyda. Varlığın, gördüğüm ilk rüya gibi uzaklaşırken benden, ben Hacı Arif Bey’lerle gözlerin için yeni besteler yapıyorum Muzikayı Hümayun’larda. Ruhumu ruhunun önünde eritiyorum sessiz ol. Sessiz ol, sükûtum aşkı deli etmeye hazırlanıyor hüsn-ü cemalini gösterip.
Seni bana kim gönderdi hatırlasana?
Bilgeliğini değil gözlerini sınıyor Allah. Yolunu beklerken Hızır misali, sine-i sad pareme infazdan çıkmış özgürlükler hücum ediyor süveyda. Neden Musa gibi biriktirdiğin her şeyi dipsiz uçurumlara döküyorsun sabırsızca? Ne diye ikide bir, sırrı ifşa etmek için cümleler kurup duruyorsun karşımda? Sabret, yetim çocuklar doğduğunda anlatacağım lal-ü ebkem düşlerimin neden sürekli uyuyarak öldüklerini. Anlatacağım sana, kelimelerimin aşkla okunduğunda neden deliye döndüklerini.
Ey aşkı “kıyamet” suresiyle üzerime devirip beni paramparça eden yâr! Ey Musa’nın çağından kalkıp gelen Hızır nefesli koca bilge, ondan yadigâr!
Steplerde büyüyen kardelen nasıl özler baharı, öyle özledim seni, susuzum. Dudaklarıma dayayıp dudaklarını, ab-ı hayatın kardan fırtınalarını kopar içimde. Yağmur ormanlarına yasla da sırtımı, Niagara’yı devir üstüme. Gözlerinin kara delikleriyle boğ beni ey nur-u Dilara, yoğur ateş-i aşkının lavlarıyla. Sesim çıkarsa bir daha seni sevemez olayım.
Dağları aşıp denizleri geçtim de öyle geldim yanına, uyut beni dizlerinde süveyda. Sesinin ırmaklarını Yusuf’un kuyusunda yirmi sekiz kere yıka da öyle (b)ak bana. Gözlerinin güneşlerini düşür düşüme durma, aklıma aklını düşür, gökkuşağıyla sar yaralarımı ki acımasın dokunduğun geceler. Hadi süveyda, bu gece bana ayrılığı olmayan bir aşk hikâyesi anlat ki, bir daha ağlamasın gözlerim.
Sessiz ol, gürültü yapma, aşk ölüyor süveyda.

Senin o nergis-i fettan bakışlarını aklında saklayıp, uzun saçlarını teninin sıcaklığına bürüyor. Yollar kan, yollar ihtilal, yollar savaş kokuyor şimdi. Sen ne yaptın ki, yarım kalan o türkü aşkın son secdesinden doğrulup son perdenin cinayetine duruyor. Cennetten kovulanlarla mı kovulmuştun sen ki, üç yüz sene benim ayrılığımın çöllerinde yaşamaya mahkûm edildin süveyda. Yasak elmanın cezası değildi gitmişliğin, aşka bir türlü dokunamayışının bedeliydi. Kapat gözlerini sevgili, bu aşk yasaları ihlal edecek yine, yine esrar perdesini yırtıp mahrem cümlelerle kalbimin portresini çizecek.
Ey kapalı kapılar ardında saklanan aşk güzellemesi, ey mecnunun medreselerde giriftar olduğu sevda hecelemesi! Ey kırık düşlerin üveyik kanatlarında göğe yükselen Cebrail’in yetmiş bin kanatlık son sesi!
Beni öldürmeye hangi darağaçlarını kurdun meydanlara ki, urganları aşkta kördüğüm kaldı süveyda? Hangi ordular hazırladın üzerime salmaya ki, annem duyduğu günden beri ölüyor her gece tarifsiz acılarla? Hangi denizlerde boğacaksın bu son sücudumu söyle? Yıkılacak gök mü kaldı, hangi göğü yıkacaksın üstüme? Söyle süveyda, hangi kıyametleri koparacaksın katımda ki, o benim aşkımın kâküllerinden dökülen bir kıvılcım olmasın?
Sen ömrümün son fasılasında fail-i meçhul bir cinayetin muhannet çığlığıydın sevgilim. Perdeleri açılmış camlarıma vuran nisan yağmurlarımdın. Dilekler tuttuğum kayan yıldızım sendin. Sendin sabah ezanlarında secdelerde büyüttüğüm sonsuz umudum. Ömrümü ömrüne katsın diye bu kaçıncı feryadımdır Rahman’a, unuttum. Unuttum lehçe-i aşkın perçemine asılı kaldığım o ferzan gecelerin intizarlarını süveyda.
Ah biz hiç kavuşamayan o iki deniz gibiyiz sevgilim. Marec el-bahreyn sırrında dalgalanan o yalnız ve umutsuz iki deniz… Ne ayrı durabildik birbirimizden ne de kavuşmayı öğrendik bunca yıl. Şimdi Kızıldeniz ve Süveyş şahit olsun ki, biz boğularak ölmeyiz, ölürsek tenlerimizi birbirine yaslayıp soluklarımızı birbirine katar da öyle ölürüz. Aşk tanır bizi, inci mercan derdinde değiliz hiçbirimiz. Sadece eşkâlini aynaların yüzlerinde kaybeden iki deniziz. Nerde görse tanır aşk bizi. Çünkü biz kavuşmamaya yemin etmiş iki deliyiz.
Sana aşk olsun demem ben süveyda. “Aşk olmuş” zaten sana. Senin aşka bakmana gerek yok, zorlanma, aşk sana bakar uyurken. Gayret göstermene de gerek yok sevilmek için. Güzelliğinin diyeti olsun diye kendini asar birisi her sabah. Her sabah sonsuz bir ırmak gibi içine bir daha, bir daha akar gözlerinin delisi.
Sen, sesini mahşere sakla, gözlerini mezara. Deniz yüreğini kurak gözlerime sal da öyle öl. Sana böyle ölmek yaraşır süveyda.
Çünkü sen aşkın edebisin, sen aşkın güzelliği, sen aşkın yaşanan son yüceliğisin. Sana sessiz yitmek, bensiz gitmek yakışmaz süveyda.
                                                                                                   Nail Varal

Hiç yorum yok: