Sayfalar

7 Şubat 2013 Perşembe

Güne Dair

           Bugünlerde karmaşık duygular içerisindeyim. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Bu konuda pek ayrıntıya inmeyeceğim. Bakalım günler ne gösterecek. Okul hayatımda bir sıkıntı yoksa bile istediğim derecede güzel değil. Okulda derece yapmak isterken sadece normal seviyelerdeyim. Bunun nedeni zor şartlar altında okumam ama bununda üstesinden geleceğimi ümit ediyorum.
            Blogta birşey yazma konusunda hocalarımız çaba gösterse de bu konuda iyi değilim biliyorum. Bununda çok kitap okumakla ilgili olduğununda farkındayım. Ama bu eksiğimide gidermeye çalışacağım. Uzun süredir birşey yazmıyorum. Yapıp paylaşmak istediğim birçok şey var ama zaman ayıramıyorum. Yeni ve süpriz şeyleri yakında paylaşmayı düşünüyorum. Bakalım günler ne getirecek.
           Aslında blog yazarken günlük şeklinde değilde bilgi verme amaçlı şeyler yazmayı düşünüyorum tabiki. Ama bazen böyle şeyleri burda olsun dile getirmezsem kendimi kötü hissedeceğim. Haydi bana müsaade :)
          Bu arada günü şarkısını da plurk'tan paylaşmak yerşine buradan paylaşayım. İşte günün şarkısı.



9 Aralık 2012 Pazar

Aşk Bazen Bunu Gerektirir Mi Sizce?

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... 
Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindi
ler.
Gençtiler, çok genç...
Birbirileriyle konuşacak Cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca,

"bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur"

diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...

"Senin için ölürüm"

derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam

"hayır, ben senin için ölürüm"

diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,

"bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak..."

Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu,

"mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma"

mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul
etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir Gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan.

"Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama.

Bbu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..."

"Sen istersin de ben hiç Hayır diyebilir miyim?" diye yanıt verdi adam.

"Amerika’daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun! ,burası bizimdir artık..."

Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika’ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı. Ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı:

"Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..."

Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama,

"Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere...

Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken,

"Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım"
diye sözünü kesti arkadaşı.

"O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya..."

"Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın.

Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı...
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı...

Kocasının eskiden aynı Hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...

Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu
Alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken,

"Son bir kez kucaklamak isterim seni"

diyecek oldu ama kadın,

"Defol!"

dedi nefretle...

İlk celsede boşandılar...
Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı.
Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü.

"Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.

"Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın.

Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:

"Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir gün önce öldü. Geçen yıl Amerika’daki kongre Sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika’ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...
Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta,

"Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem"

diyordu...

Sırayla okudu;

"Seni çok sevdim",

"Seni sevmekten hiç vazgeçmedim",

"Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim."

"Fakat benim için ölmeni istemedim"

"Şimdi bana söz vermeni istiyorum."

"Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?"

son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:

"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım..."

2 Aralık 2012 Pazar

Ayrılık Nedir?


      Ayrılık bu kadar mı güzel anlatılır. Bir gün yine düşünmüştüm aşk nedir acaba bir tarifi var mıdır diye. İşte aşkın ve aşka olan ayrılığın tarifi...

AYRILIK
Tam göğsünüzün ortasında bir yeriniz acıyacak…
Evinizin sizi içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksiniz…
Sokağa fırlayacaksınız…
Sokaklar da dar gelecek…
Tıpkı vücudunuzun yüreğinize dar geldiği gibi…
Ne denizin mavisi açacak içinizi, ne pırıl pırıl gökyüzü…
Kendinizi taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksiniz…
Birileri size bir şeyler anlatacak durmadan…

”Önemli olan sağlık.”
”Yaşamak güzel.”
”Boşver, her şey unutulur.”
Siz hiçbirini duymayacaksınız…
Gözyaşlarınızdan etrafı göremez hale geleceksiniz.
O’ndan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksiniz…
Hep ondan bahsetmek isteyeceksiniz…
”Ölüme çare bulundu” ya da ”Yarın kıyamet kopacakmış” deseler başınızı kaldırıp ”Ne dedin?” diye sormayacaksınız…
Yalnız kalmak isteyeceksiniz…
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak…
İkisi de yetmeyecek.
Geçmişi düşüneceksiniz…
Neredeyse dakika dakika…
Ama kötüleri atlayarak…
Onunla geçtiğiniz yerlerden geçmek isteyeceksiniz…
Gittiğiniz yerlere gitmek…
Bu size hiç iyi gelmeyecek…
Ama bile bile yapacaksınız.
Biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksınız…
Aslında kurtulmak istediğiniz halde, o acıyı yaşamak için direneceksiniz.
Hayatınızın geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz…
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz…
Herkesi ona benzetip…
Kimseyi onun yerine koyamayacaksınız…
Hiçbir şey oyalamayacak sizi…
İlaçlara sığınacaksınız…
Birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu unutturmayan…
Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren…
Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek…
Boğazınız düğümlenecek, dinleyemeyeceksiniz…
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak…
Sabahı iple çekeceksiniz…
Bazen de ”Hiç güneş doğmasa” diyeceksiniz.
Ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler…
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksiniz…
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz…
Nafile…
Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek…
Rüyalar göreceksiniz, gerçek olmasını istediğiniz…
Her sıçrayarak uyandığınızda onun adını söylediğinizi fark edeceksiniz…
Telefonun çalmasını bekleyeceksiniz…
Aramayacağını bile bile…
Her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek…
Ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla…
Yüreğiniz burkulacak…
Canınız yanacak…
Bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz. Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinizden…
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız…
Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz…
Yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz…
Onunla hiçbir anınızın olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek…
Ama bir umut…
Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu…
Bu umut sizi gitmekten alıkoyacak…
Gel gitler içinde yaşayacaksınız…
Buna yaşamak denirse…
(Pakize Suda)

7 Kasım 2012 Çarşamba

Aşk Ölüyor Süveyda-Nail Varal

        Bloğumda paylaşım yapamıyorum. Günler su gibi akıp ilerliyor. Herkes bir koşuşturma peşinde. Dersler haddinden fazla verilmekte. Diğer blog ile ilgilenmekten yoruldum. Bilgi paylaş bilgi paylaş iyi güzel hoşta körelen duygularımız ne olacak? Felsefe gibi dersler görüyoruz. Ama biliyorum ki ben bu bölüme severek, isteyerek geldim. "Başarısızlığın mazereti yoktur" diyerek yoluma devam ediyor elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Şükür ki bu bloğu daha önceleri açmışım.
       Blogta duygularıma tercüman olmuş yine bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Yine Nail Varal'ın sitesinden okuduğum güzel bir şiir. O kadar güzel ki duygulanmamak elde değil. Onun yüreğine sağlık diyor tebriklerimi sunuyorum. Şiiri okurken de sevdiğim bir parçayıda dinleyerek okumanızı tavsiye ediyorum.

GÜRÜLTÜ YAPMA AŞK ÖLÜYOR SÜVEYDA
Her gece cinayetler işlenen bir şehrin karanlığına diz çöküp, nakış nakış aşkın şiirini dokuyorum süveyda. Varlığın, gördüğüm ilk rüya gibi uzaklaşırken benden, ben Hacı Arif Bey’lerle gözlerin için yeni besteler yapıyorum Muzikayı Hümayun’larda. Ruhumu ruhunun önünde eritiyorum sessiz ol. Sessiz ol, sükûtum aşkı deli etmeye hazırlanıyor hüsn-ü cemalini gösterip.
Seni bana kim gönderdi hatırlasana?
Bilgeliğini değil gözlerini sınıyor Allah. Yolunu beklerken Hızır misali, sine-i sad pareme infazdan çıkmış özgürlükler hücum ediyor süveyda. Neden Musa gibi biriktirdiğin her şeyi dipsiz uçurumlara döküyorsun sabırsızca? Ne diye ikide bir, sırrı ifşa etmek için cümleler kurup duruyorsun karşımda? Sabret, yetim çocuklar doğduğunda anlatacağım lal-ü ebkem düşlerimin neden sürekli uyuyarak öldüklerini. Anlatacağım sana, kelimelerimin aşkla okunduğunda neden deliye döndüklerini.
Ey aşkı “kıyamet” suresiyle üzerime devirip beni paramparça eden yâr! Ey Musa’nın çağından kalkıp gelen Hızır nefesli koca bilge, ondan yadigâr!
Steplerde büyüyen kardelen nasıl özler baharı, öyle özledim seni, susuzum. Dudaklarıma dayayıp dudaklarını, ab-ı hayatın kardan fırtınalarını kopar içimde. Yağmur ormanlarına yasla da sırtımı, Niagara’yı devir üstüme. Gözlerinin kara delikleriyle boğ beni ey nur-u Dilara, yoğur ateş-i aşkının lavlarıyla. Sesim çıkarsa bir daha seni sevemez olayım.
Dağları aşıp denizleri geçtim de öyle geldim yanına, uyut beni dizlerinde süveyda. Sesinin ırmaklarını Yusuf’un kuyusunda yirmi sekiz kere yıka da öyle (b)ak bana. Gözlerinin güneşlerini düşür düşüme durma, aklıma aklını düşür, gökkuşağıyla sar yaralarımı ki acımasın dokunduğun geceler. Hadi süveyda, bu gece bana ayrılığı olmayan bir aşk hikâyesi anlat ki, bir daha ağlamasın gözlerim.
Sessiz ol, gürültü yapma, aşk ölüyor süveyda.

Senin o nergis-i fettan bakışlarını aklında saklayıp, uzun saçlarını teninin sıcaklığına bürüyor. Yollar kan, yollar ihtilal, yollar savaş kokuyor şimdi. Sen ne yaptın ki, yarım kalan o türkü aşkın son secdesinden doğrulup son perdenin cinayetine duruyor. Cennetten kovulanlarla mı kovulmuştun sen ki, üç yüz sene benim ayrılığımın çöllerinde yaşamaya mahkûm edildin süveyda. Yasak elmanın cezası değildi gitmişliğin, aşka bir türlü dokunamayışının bedeliydi. Kapat gözlerini sevgili, bu aşk yasaları ihlal edecek yine, yine esrar perdesini yırtıp mahrem cümlelerle kalbimin portresini çizecek.
Ey kapalı kapılar ardında saklanan aşk güzellemesi, ey mecnunun medreselerde giriftar olduğu sevda hecelemesi! Ey kırık düşlerin üveyik kanatlarında göğe yükselen Cebrail’in yetmiş bin kanatlık son sesi!
Beni öldürmeye hangi darağaçlarını kurdun meydanlara ki, urganları aşkta kördüğüm kaldı süveyda? Hangi ordular hazırladın üzerime salmaya ki, annem duyduğu günden beri ölüyor her gece tarifsiz acılarla? Hangi denizlerde boğacaksın bu son sücudumu söyle? Yıkılacak gök mü kaldı, hangi göğü yıkacaksın üstüme? Söyle süveyda, hangi kıyametleri koparacaksın katımda ki, o benim aşkımın kâküllerinden dökülen bir kıvılcım olmasın?
Sen ömrümün son fasılasında fail-i meçhul bir cinayetin muhannet çığlığıydın sevgilim. Perdeleri açılmış camlarıma vuran nisan yağmurlarımdın. Dilekler tuttuğum kayan yıldızım sendin. Sendin sabah ezanlarında secdelerde büyüttüğüm sonsuz umudum. Ömrümü ömrüne katsın diye bu kaçıncı feryadımdır Rahman’a, unuttum. Unuttum lehçe-i aşkın perçemine asılı kaldığım o ferzan gecelerin intizarlarını süveyda.
Ah biz hiç kavuşamayan o iki deniz gibiyiz sevgilim. Marec el-bahreyn sırrında dalgalanan o yalnız ve umutsuz iki deniz… Ne ayrı durabildik birbirimizden ne de kavuşmayı öğrendik bunca yıl. Şimdi Kızıldeniz ve Süveyş şahit olsun ki, biz boğularak ölmeyiz, ölürsek tenlerimizi birbirine yaslayıp soluklarımızı birbirine katar da öyle ölürüz. Aşk tanır bizi, inci mercan derdinde değiliz hiçbirimiz. Sadece eşkâlini aynaların yüzlerinde kaybeden iki deniziz. Nerde görse tanır aşk bizi. Çünkü biz kavuşmamaya yemin etmiş iki deliyiz.
Sana aşk olsun demem ben süveyda. “Aşk olmuş” zaten sana. Senin aşka bakmana gerek yok, zorlanma, aşk sana bakar uyurken. Gayret göstermene de gerek yok sevilmek için. Güzelliğinin diyeti olsun diye kendini asar birisi her sabah. Her sabah sonsuz bir ırmak gibi içine bir daha, bir daha akar gözlerinin delisi.
Sen, sesini mahşere sakla, gözlerini mezara. Deniz yüreğini kurak gözlerime sal da öyle öl. Sana böyle ölmek yaraşır süveyda.
Çünkü sen aşkın edebisin, sen aşkın güzelliği, sen aşkın yaşanan son yüceliğisin. Sana sessiz yitmek, bensiz gitmek yakışmaz süveyda.
                                                                                                   Nail Varal

15 Ekim 2012 Pazartesi

Teşekkürler Google :)

     Google ye neden mi teşekkür ediyorum?  :) Saat 00:00 i geçmiş ve bir baktım google yine süslü püslü. Dedim yine ne mesaj vermeye çalışıyorsun diye. Tam fareyi resmin üzerine getirdim ki ne yazıyo dersiniz?  "Doğum Günün Kutlu Olsun Zübeyir!" :) Hiç sanal bir şeyin beni böyle mutlu edeceği aklıma gelmezdi. Sanal da olsa bunu düşünen googleye teşekkür ederim:) Bugün bol bol pastalı gooleye tıklayacağım sanırım :)