Sayfalar

9 Aralık 2014 Salı

Bazen herşeyi bırakıp uzaklara gitmek istiyor insan

          Bazen herşeyi bırakıp uzaklara gitmek istiyor insan. Bu sözü çok derim çok duyarım ama tek gidebildiğimiz uzaklık ölüm olsa gerek. O zaman kurtulur mu insan bu sancılardan. Uzaklara gitmek çare midir gerçekten. Anıları, sevdikleri bırakır mı insanı. Evet evet neden gitmesin. Viran olmuş bir gönül için daha kötüsü ne olabilir ki. Can Yücelin de dediği gibi herkes gitmek istiyor bu aralar. Gitmelerin bile bir anlamı kalmadı. Aynı sevginin şu dünyada anlamını yitirdiği gibi.
           Bazen şair olmayı çok isterim kalbimdekini kelimelere döke bileyim. Haykıra bileyim sevgi ne demek. Ama işte şiirler bile bana küsmüş sanki. İnsanlar mı çok duygusuzlaştı yoksa ben mi daha kırılgan. Bazen diyorum ağlayabiliyorum ya doyasıya bu bana yetiyor, kalbimde işte duygular daha yemyeşil diyorum sonra bakıyorum herkes herşeye ağlıyor tıpkı bir çocuğun istediğini elde edemediğinde bilinçsizce ağladığı gibi. Ne bileyim işte iphone alamadım diye ağlıyor. Sonra diyorum yok yok ağlamak bile anlamını yitirdi bu dünyada. Sonra doyasıya ağlamak bile yetmiyor bana. Ne yapmak gerek gitmek mi çok uzaklara.

Gitmek
Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.
Can Yücel

14 Haziran 2014 Cumartesi

Aşk, Asla paylaşılmayan bir sır...

           Geri dönerken Kara Şahin başından geçen her şeyi anlattı, Yeye dinledi. İnandı mı? İnanmadı mı? Duyguları karmakarışıktı… Yusuf onu dinlerken Şahin’in külhan kardeşliğinden sonra kendisine ne derece güvendiğini ve kardeşliğini sahiplendiğini aklından geçiriyordu. Eğer güvenmeseydi, sevdiği kadının adını onunla paylaşmazdı. Hatta yine de paylaşmamalıydı. Kendisi yaşça ondan küçüktü, ama aşk bahsini onun kadar basit görmüyor, sevgiliye dair olan herşeyin değerli olduğunu düşünüyordu. Hem annesinden dinlediği öykülerde, hem babasından kalan elyazması risalelerde sevgilinin adının biriyle paylaşılması bahsi anlatılmıyordu. Aşk kitapları böyle bir bab açmamışlardı. Kitaplara göre bir sır olmalıydı aşk, asla paylaşılmayan sır… Hayır, hayır, kendisi Şehnaz’a olan aşkını asla kimseciklere paylaşmıyacaktı, paylaşmamalıydı. Eğer paylaşırsa içindeki aşkın azalacağından emindi. Okuduğu kitaplar bütün âşıklara sıkı sıkıya bunu tembih ediyolardı. “Aşk ki, ancak sır olarak kalırsa kalpte çoğalırdı.” Böyle demişti annesi bir seferinde ve sonra da ona Leyla’nın sırlarla büyüyen aşkının hikâyesine anlatmıştı. Eğer iki kişinin arasındakiler sır olmaktan çıkarsa yalnızca dillerde çoğalır, dostluğun, vefanın değerini düşürürdü. Hayır kesin kararlıydı, Şehnaz’ın aşkını yüreğinde saklayacak, ne Şahin’e, ne başkalarına söyleyecekti. Bimarhane’de onun adını söylediğinde hekimler çare mi buşabilmişlerdi sanki. Şehnaz’ın hayalinden utanmalıydı şimdi, adını deliler meclisinde andığı için. Kararlıydı; bir daha aynı hataya düşmeyecekti, Şehnaz’la alakalı hiçbir şeyi, hiçbir kimseyle paylaşmayacaktı. Ta ki aklını yitirmiş ve kendini kaybetmiş olsun…
♦♦♦
-derkenar-
aşk, asla paylaşılmayan sır
Leyla’ya sordular:
“Sen mi Kays’ı daha çok sevdin; yoksa o mu seni?”
Kara gözlü, kara saçlı, kara benli Leyla iç geçirdi, üzüldü:
“Dostlar, bu nasıl bir soru, bana böyle bir soruyu nasıl sorarsınız ki?!.. Elbette ben onu daha çok sevdim, onu beni sevdiğinden…”

“İyi ama Leyla. O senin için deliye döndü, çöllere düştü, adı Mecnun’a çıktı ve kurtlarla, kuşlarla konuşur oldu…”
“İşte bakın, o gitti, bana olan aşkını ona buna anlattı, ben ise aha şuracığımda, kalbimin içinde onun aşkını saklayıp durdum, hiç kimse ile ne paylaştım, ne kimseye dert yandım. Şimdi siz karar verin, o mu beni daha çok sevmiş; ben mi onu?!..