Sayfalar

2 Nisan 2013 Salı

          O kadar yoğun geçiyor ki günler bazen diyorum acaba hayatımın hangi noktasındayım. Neredeyim, nereye gidiyorum. Zaman kötü anlar için yavaş geçiyor gibi gözükse de bilirim ki zaman akıp gidiyor. Bende bu zaman içerisinde sıkıntılar ve zorluklar çektim ama geriye dönüp bakıyorum da zaman kimilerini hayattan koparmış kimilerini zirveye çıkarmış ama bir gerçek var ki zaman akmaya devam ediyor.
İnsana sevdiklerinden uzak gurbette kalması çok zor geliyor. Bu zaman dilimi içerisinde dua ile teselli buluyorum. Sabrediyorum ki bazı sıkıntılara, sonundaki meyvelere ulaşabileyim diyorum.
          Müzik dinleyerekte biraz olsun kafamdaki bu yoğunluğu atmak istiyorum. Bilgisayardaki kayıtlı müziklerden çok radyo dinlemeyi çok sevdiğimden küçük bir radyo aldım kendime. İlk açtığım
da ise karşıma bir şiir çıktı. Bende hemen internetten aratıp bu şiiri paylaşmak istedim. 

Kahraman Tazeoğlu - Araz

"Yalnızım çünkü sen varsın" 

"gel" desen gelirdim 
gittiğin uzakta bendim 
dağ gibi bir ihanetten düştüm 
bu kendime son gelişim 

ölümbaz öpüşler kusuyorum ceplerime 
kendimi suçüstü yakalıyorum 
ve kentsizliğimin isimsizliğini 
Araz'a uyak düşüyorum 
gözlerime senden düşler sürüyorum 
ıslak bileklerim kan bayramına yatıyor 
bana en büyük tehdit yine ben oluyorum 

sonra bir durağa yaslanıyorum 
sonra bir kente 
ve sen gidiyorsun 
ben kanıyorum 
diyorlar ki; kendini dinleme hiçbir şey söylemiyorsun. 
oysa "gel" desen gelirdim biliyorsun 

yorgun Haliç'e biraz inat 
biraz ihanet bırakıyorum 
ellerinden bir tedirginliği bir tehdidi avuçluyorum 
aklıma düşüyorsun 
düşüyorum 
düşünce 
üşüyorum 
azgın hüzünlerle körlüğüme göçüyorum 
ayrılığın saati kaç geçiyor bilmiyorum 
yalanlarımla bir hiçlikteyim 
beni içinden kaç 

bu kentte her yağmur kendini ağlar 
aklıma düşsen yalnızlık oluyorum 
ağzımdaki uykudan öpmüyorsun nicedir 
nerde kimi üşüyorsun 
artık kendini yakan bir ateşim 
kendimize birbirimizden düşler yapamıyoruz 
şimdi boş duraklara yaslanıyorum 
boş kentlere 
oysa "gel" desen gelecektim 

gün düşlerime dönüşlerimde 
bakışın içiyor beni gözlerimden 
gövdemi düşürüyorum güz yavrusu duraklara 
uzaklığına uzanıyorum 
sevdiğin sonbahar geçiyor üstümden 
ama artık hiçbir göğü içmiyorsun dudaklarımdan 
yıkılıyorum şarkılara 
"kimseler biliyor" 
yalnızlık dostumdu 
şimdi korkum oluyor 
oysa "gel" desen gelecektim 

artık her şey kımıltısız bir geceye dönüşüyor 
güz artığı saçlarımda oynaşan sensizlik 
göz karana yenik düşüyor en korkak yanlarımdan 
kendimi yitirdikçe sana gidiyorum 
göbek çukurumda sobelere karanlık uyutuyorum 
düş satıcısı ispiyoncu bir ihtiyarın insafına kalıyorum 
uysal yalnızlıklar satın alıyorum 
gülüşümle ödeyerek 
ve içimde yalancı bir katil taşıyorum 
yeni utançlar biriktiriyorum eski günahlarıma 
cüzamlı ruhlar cehennemine gidiyorum ben 
kirli sözlerimi temize çekme 
oysa "gel" desen gelecektim 

gözlerim ihanete ihbar taşıyor 
kuşkulu bir cinayeti fısıldıyor kaşlarına 
sözü namluna sürmelisin şimdi 
en yaralı yanımdan vurmalısın beni 
çünkü uçmak düşmeyi göze almaktır 

avlunda bıraktığım az kullanılmış intiharları deniyorum 
ne vakit nikotinli ellerinden yola çıksam 
susuşuna kan döküyor gözlerim 
sen gözüne çiğ kaçtı sanıyorsun 
oysa bilmelisin Araz'ım 
kimsenin içi görünmez 
ve hiç bulamadıklarını 
asla yitiremezsin 
bak şimdi aramızda sessiz kalıyor 
söylenecek bütün sözler 

her sabah akşam oluyorsun 
alnından ellerine damlıyorsun 
yüzündeki yağmurla iniyorsun kente 
içine dert oluyorsun kentin 
dışına yağmur 
yüreğinde dağılıyor kristal şehirler 
duvarların kan öksürüyor 
ve sen 
başkalarının gözlerini 
yüzümde aramamayı öğreniyorsun 
beni bir durağa yaslıyorsun 
beni bir kente 
gidiyorsun 
oysa "gel" desen gelecektim 

susmak en inatçısı olmaktır yalnızlığın 
en susmakta neydi öyle 
sen en dinlerken 
biliyorum Araz'ım 
insan kendini bulmamalı, hep aramalı 
gittiğin yerden başlıyorum öyleyse 
gece cinnetlerimi de alıp yanıma 

denize bakmayı bilmeyenler 
bir gün mutlaka boğulur 
işte bundandır gözlerinden kaçışlarım


siz hiç yar saçının bir telinden kendinize gurbet 
yaptınız mı 

ben şimdi gurbetim 
içimde taşıyorum 
heba olsa da senlerce yılım 
oysa "gel" desen gelecektim 

ömrümden düşürdüğüm sol anahtarlarına takılıyorum hep 
ve hayat yüklü kamyonlar geçiyor üstümden 
şairler ölüdür derler 
inanmıyorum 


en karanlık ceketimi giyiyordum 
ışığa kördüm çünkü 
şimdi ise güneşe ilerliyorum 
dirilmek için 

kimliği paslanıyor eski bir anarşistin 
gecenin kör gözünden utanıyorum 
hadi bana en militan kelimelerle saldır 
batır içime cümlelerini 
beyhude bir dehşet bırak 
hak ediyorum 

gizlilikten ölmek üzere olan bir akrep sızıyor içime 
can kaybından ölüyorum 
cenazemde namaz kılacağım 
zan altındayım 
yalanıma inanıyorum 

yorgun söylentiler kanıyor solgun yaralarımdan 
kırılır mı bilmem hüznümde taşıdığım kin 
kinim kendime 
susuşum sana 
küsüşüm tüm dünyaya 

üstü kalsın ihanetimin 
"gel" desen gelecektim 

yine bir tren geçiyor içimden 
sen kesiliyorum gülüşümün karşılığı 
saçların bir rüzgarın öyküsünü taşıyor 
görmüyorum söylemiyorsun kırılıyorum 
hiçliğimin etleri yolunuyor şizofrenik bir gecede 
sana bir öykü çıkarıyorum ağzımdan 
süsle beni ey aşk 
geçtiğin yerleri öpüyorum 

yarısı yanık bir aşkın küllerini taşıyorum 
dişlerindeki nikotin tadı terkimde 
sirenler ve ateş hatları içip 
sesini peydahlıyorum kendimden ve kentimden 
ıslak ceplerimi buluyorum el yordamıyla 
yasadışıyım 
tutukla beni gözlerimden 

kalemim bitti yitirdi şiirini şuur 
öldü kanımdaki mürekkep balığı 
solumdaki sise intihar etti intiharlar 
bir aşkı kaça katlayabilirdi ki ezik bir yürek 
yaşamak için geç bir zaman 
ölmek için ise erken 

çok davullu bir senfoni sürçüyor 
dikiş tutmaz ayrılığımda 
kirpiğinden yapılma bir darağacına 
geceyi asıyorum 
yoksun 
bu yağmurlar ıslatmıyor beni 
bir durağa yaslanıyorum sensiz 
gidişinin en sessiz harfinden yırtılıyorum 
"gel" desen gelecektim oysa 

kulaklarımdan bordo denizler dökülüyor 
şimdi herkes biraz sen biraz acı 
göğsümde bir vagon 
gizli sözler batıyor 
fırtınalar çıkıyor üstüme 

şakağımda 
intihar acemisi bir şairin 
delilik provaları 
arkandan uluyan kapılardan 
söküyorum kokunu 
yokluğunu kokluyorum 
yokluğunu yokluyorum 

çöz gözlerimi senden hadi 
ücranda yak bakışımı 
gözlerine bekçi sevdam 
dünden ve senden kalmayım 

içine her düşen 
kendi keşfi sanıyor seni 
oysa sen 
melekleri bile kıskandıracak kadar kendinsin 
ve kendini acıtmak istiyorsun 
ama güller kendine batamaz 
bilmiyor musun 
"gel" mi diyorsun 

herkes kendi gördüğüne bakar 
peki hayatın rüzgarında kime yelkeniz 
kıpırdamadan duramayız bir aşk boyu 
hadi en kanadığımız yerden susalım 
"gel" desen gelirdim 
"git" dedin ve gittin 

Aşka... 
Rüzgara... 
Ayrılığa... 
Zamana... 

eyvallah...



5 Mart 2013 Salı

Duvar Süsü - Takvim - Gece Lambası Yapımı :)

         Evet başlıkta olduğu gibi bugün uzun zaman önce yazmak istediğim bir el uğraşını paylaşacağım:). Böyle şeylerle ilgilenmemin sebebi ev aksesuarlarına ve makete ilgim olması. Evde kalmış malzemeler ve ayrıyeten almış olduğum malzemeler ile çok rastlanmayan bir duvar süsü yapayım dedim. Ama bu tek duvar süsü olmasın takvimde olsun istedim. Bide o gün bizde kalan ablam evinizde gece lambası yok bebe uyanıyor bazen felân deyince bende üçünün birleşimi birşey yaptım:). Şimdi ilk olarak malzemeleri açıklayayım;
  • -İki adet mukavva
  • -404 yapıştırıcı
  • -Maket bıçağı
  • -Led lamba
  • -Renkli çizgili karton
  • -Geri kalan ise ledi döşemek için kablo ve lehim aleti ayrıyetende sağlam olması için silikon tabancası olsa güzel olur.



















       Evet yapacağım duvar süsünün ilk başta takvim kısmından başladım. Bu takvim bildiğimiz takvimlerden biraz farklı tabi. Bize gerekli olan iki tane küp ve bu iki küp genişliğinde üç tane diktörtgen. Bu küpleri resimdede gösterdiğim üzere mukavva kartonlara çizdim ve herhangi bir tutkalla yapıştırdım. Bunlar ne işimize mi yarayacak? Küplerde sayılarımız olacak küplerden birinde 0,1,2,3,4,5 diğerinde ise 0,1,2,6,7,8 rakamları olacak. Peki neden bu rakamlar mevusuda şöyle oluyor. Bu küplerimiz ayın hangi günü olduğunu belirleyecek. Mesela ayın biri olduğunda küplerdeki 0 ve 1'i yan yana geitirip günü   belirlemiş olacağız. Ayın 33 olmadığına göre dşğer küptede 3 olmasına gerek yoktur. Burada dikkat etmemiz gereken bir diğer nokta ise 9 rakamının olmamasıdır. Örneğin ayın 19 'unu nasıl göstermemiz gerekiyor? Bunun için ilk küpte 1'i önde ikinci küpte ise 6 rakamını ters olarak koyacağız. Yani küplere yazacağımız bu rakamlar ile ayın hergününü gösterebiliriz. 
         Diğer 3 dikdörtgenin ne işe yaradığına gelecek olursak bu dikdörtgenlerde ise aylar yazacak. 3 Adet dikdörtgende toplam 12 yüz vardır zaten. Her yüzde bir ay ismi olacak ve öndeki dikdörtgendeki göreceğimiz yüzünde o zamanki bulunduğumuz ay yazacak. Bu yazdıklarımı aşağıdaki resimlerde ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Sonraki aşamalarsa aşağıdaki resimlerde verdiğim gibidir.





       Resimlerde gösterdiğim üzere ledleride sağlam bir şekilde döşedim. Bu aşamaları tek tek açıklamaya gerek duymuyorum. Sonraki verdiğim resimlerde ise duvar süsümüzün çatısına ve duvarlarına farklı renkli çizgili kartonlar ile süsleme yaptım. Son hâli de aşağıdaki resimlerde verdiğim gibidir. Aslında tam son hâli diyemem çünkü balkon korkulukları yok ve kapı ve pencereler kapanmış değil. Bundan sonrasıda tabi hâyâl gücünüze kalmış artık :)





7 Şubat 2013 Perşembe

Güne Dair

           Bugünlerde karmaşık duygular içerisindeyim. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Bu konuda pek ayrıntıya inmeyeceğim. Bakalım günler ne gösterecek. Okul hayatımda bir sıkıntı yoksa bile istediğim derecede güzel değil. Okulda derece yapmak isterken sadece normal seviyelerdeyim. Bunun nedeni zor şartlar altında okumam ama bununda üstesinden geleceğimi ümit ediyorum.
            Blogta birşey yazma konusunda hocalarımız çaba gösterse de bu konuda iyi değilim biliyorum. Bununda çok kitap okumakla ilgili olduğununda farkındayım. Ama bu eksiğimide gidermeye çalışacağım. Uzun süredir birşey yazmıyorum. Yapıp paylaşmak istediğim birçok şey var ama zaman ayıramıyorum. Yeni ve süpriz şeyleri yakında paylaşmayı düşünüyorum. Bakalım günler ne getirecek.
           Aslında blog yazarken günlük şeklinde değilde bilgi verme amaçlı şeyler yazmayı düşünüyorum tabiki. Ama bazen böyle şeyleri burda olsun dile getirmezsem kendimi kötü hissedeceğim. Haydi bana müsaade :)
          Bu arada günü şarkısını da plurk'tan paylaşmak yerşine buradan paylaşayım. İşte günün şarkısı.



9 Aralık 2012 Pazar

Aşk Bazen Bunu Gerektirir Mi Sizce?

Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez.... 
Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta. O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindi
ler.
Gençtiler, çok genç...
Birbirileriyle konuşacak Cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında. Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse, kız ise ablasında.... Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra... Okullarını bitirince hemen evlendiler. Mutluydular hem de çok mutlu... Bazen işsiz, bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar. Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular. Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için ya da tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki... Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü... Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı. Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca,

"bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur"

diyerek devam ettiler hayatlarına. Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...

"Senin için ölürüm"

derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam

"hayır, ben senin için ölürüm"

diye yanıt verirdi hep... Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,

"bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak..."

Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu,

"mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma"

mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek, kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı... Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten... Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler. Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul
etmeye başladı. Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı. Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı. Bir Gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan.

"Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama.

Bbu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız. Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı..."

"Sen istersin de ben hiç Hayır diyebilir miyim?" diye yanıt verdi adam.

"Amerika’daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı... Kaç para olursa olsun! ,burası bizimdir artık..."

Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde, ayrılmaları zor oldu adam Amerika’ya giderken. Her gün, her saat konuştular telefonla. Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında. Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunu fark etti kadın. Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu. Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı. Ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı:

"Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor. Sen en iyisi o evi unut..."

Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir. Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri. Derdini söylemesi için yalvardı adama,

"Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere...

Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki. Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği... Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken,

"Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım"
diye sözünü kesti arkadaşı.

"O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyor her öğlen. Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya..."

"Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın.

Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı...
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı...

Kocasının eskiden aynı Hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen. Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...

Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam. Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu
Alıp gitti evden. Kapıdan çıkarken,

"Son bir kez kucaklamak isterim seni"

diyecek oldu ama kadın,

"Defol!"

dedi nefretle...

İlk celsede boşandılar...
Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı. Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın. Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika’ya yerleştiğini öğrendi. Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu. Aradan bir yıl geçti... Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı.
Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü.

"Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.

"Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor." dedi genç kadın.

Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:

"Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında. Çok üzgünüm ama o bir gün önce öldü. Geçen yıl Amerika’daki kongre Sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını. Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu. Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi. Ailesine de haber vermedi. Birlikte Amerika’ya yerleştiğimiz yalanını yaydı. Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev tutmuştu. Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı. Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim. Sana bu kutuyu vermemi istedi...
Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın. Hemen oracıkta ölmek istiyordu. Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi. İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda. İlk kağıtta,

"Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem"

diyordu...

Sırayla okudu;

"Seni çok sevdim",

"Seni sevmekten hiç vazgeçmedim",

"Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim."

"Fakat benim için ölmeni istemedim"

"Şimdi bana söz vermeni istiyorum."

"Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?"

son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın... Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:

"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım. Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım..."

2 Aralık 2012 Pazar

Ayrılık Nedir?


      Ayrılık bu kadar mı güzel anlatılır. Bir gün yine düşünmüştüm aşk nedir acaba bir tarifi var mıdır diye. İşte aşkın ve aşka olan ayrılığın tarifi...

AYRILIK
Tam göğsünüzün ortasında bir yeriniz acıyacak…
Evinizin sizi içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksiniz…
Sokağa fırlayacaksınız…
Sokaklar da dar gelecek…
Tıpkı vücudunuzun yüreğinize dar geldiği gibi…
Ne denizin mavisi açacak içinizi, ne pırıl pırıl gökyüzü…
Kendinizi taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak kadar küçüleceksiniz…
Birileri size bir şeyler anlatacak durmadan…

”Önemli olan sağlık.”
”Yaşamak güzel.”
”Boşver, her şey unutulur.”
Siz hiçbirini duymayacaksınız…
Gözyaşlarınızdan etrafı göremez hale geleceksiniz.
O’ndan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksiniz…
Hep ondan bahsetmek isteyeceksiniz…
”Ölüme çare bulundu” ya da ”Yarın kıyamet kopacakmış” deseler başınızı kaldırıp ”Ne dedin?” diye sormayacaksınız…
Yalnız kalmak isteyeceksiniz…
Hem de kalabalıkların arasında kaybolmak…
İkisi de yetmeyecek.
Geçmişi düşüneceksiniz…
Neredeyse dakika dakika…
Ama kötüleri atlayarak…
Onunla geçtiğiniz yerlerden geçmek isteyeceksiniz…
Gittiğiniz yerlere gitmek…
Bu size hiç iyi gelmeyecek…
Ama bile bile yapacaksınız.
Biri size içinizdeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksınız…
Aslında kurtulmak istediğiniz halde, o acıyı yaşamak için direneceksiniz.
Hayatınızın geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksiniz…
Aksini iddia edenlerden nefret edeceksiniz…
Herkesi ona benzetip…
Kimseyi onun yerine koyamayacaksınız…
Hiçbir şey oyalamayacak sizi…
İlaçlara sığınacaksınız…
Birkaç saat kafanızı bulandıran ama asla onu unutturmayan…
Sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren…
Bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek…
Boğazınız düğümlenecek, dinleyemeyeceksiniz…
Uyumak zor, uyanmak kolay olacak…
Sabahı iple çekeceksiniz…
Bazen de ”Hiç güneş doğmasa” diyeceksiniz.
Ne geceler rahatlatacak sizi ne gündüzler…
Ölmeyi isteyip, ölemeyeceksiniz…
Belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önünüze çıkana sarılmak isteyeceksiniz…
Nafile…
Düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek…
Rüyalar göreceksiniz, gerçek olmasını istediğiniz…
Her sıçrayarak uyandığınızda onun adını söylediğinizi fark edeceksiniz…
Telefonun çalmasını bekleyeceksiniz…
Aramayacağını bile bile…
Her çaldığında yüreğiniz ağzınıza gelecek…
Ağlamaklı konuşacaksınız arayanlarla…
Yüreğiniz burkulacak…
Canınız yanacak…
Bir daha sevmemeye yemin edeceksiniz. Hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinizden…
Onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksınız…
Defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğiniz için kendinizden nefret edeceksiniz…
Yaşadığınız şehri terk etmek isteyeceksiniz…
Onunla hiçbir anınızın olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek…
Ama bir umut…
Onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu…
Bu umut sizi gitmekten alıkoyacak…
Gel gitler içinde yaşayacaksınız…
Buna yaşamak denirse…
(Pakize Suda)